İLGİ ÇEKİCİ BİR ŞAİR: AHMET HAŞİM

       
   
"Seyreyledim eşkâl-i hayâtı
Ben havz-ı hayâlin sularında
Bir aks-i mülevvendir anınçün
Arzın bana ahcâr u nebâtı"

Yukarıdaki şiir Ahmet Haşim'in Göl Saatleri adlı eserinin ilk şiiridir ve onun sanat anlayışının bir özetidir aslında. Fecr-i Âtî sanat anlayışına ölümüne kadar sadık kalan tek kişi olan Ahmet Haşim'in kişiliği de şiirlerine benziyor.

Bağdat'ta doğan Haşim, milliyetçilik fikirlerinin hâkim olduğu bir devirde yaşamasına rağmen kendi içine ve sanat âlemine çekilmiştir. Realitenin dışına çıkmak arzusu, Türk edebiyatında yüzyıllardan beri işlenilmiş bir temdir. Haşim'in, tesiri altında kaldığı Servet-i Fünûncular da realiteden kaçarak hayal âlemine sığınmak özlemini dile getirmişlerdir. Yine Haşim'in etkilendiği Batılı sembolistler de görünen âlemin ötesinde görünmeyen bir âlemin varlığına inanıyorlar ve ona karşı hasret duyuyorlardı. İşte Ahmet Haşim, şiirlerinde hep hayal âlemlerini anlatır, o hayal âlemine ulaşamadıkça karamsarlıklarda boğulur.

Ahmet Haşim küçük yaştayken annesini kaybetmiştir ve şiirlerinde bunun tesiri de vardır. Şiirlerinde özlem duyduğu kadınların, Haşim'in bilinçaltında yaşayan annesinin hayaliyle ilgili olduğu söylenebilir. Onun şiiri "sanat için sanat" prensibine dayanır. Dil itibariyle de konuşma dilinde bulunmayan Farsça ve Arapça kelime ve tamlamaları bolca kullanır. Ancak son devre şiirlerini topladığı Piyale adlı kitabında şiir dili daha sadedir. Bu sadeleşmeye rağmen toplumsal konulara tek bir şiirinde bile değinmez.

Haşim'in şiirleriyle ilgili tonla araştırma bulabilirsiniz ancak ben onun hayatıyla ilgili birkaç not paylaşmak isterim. Zira Ahmet Haşim oldukça ilginç bir şahsiyet:

Haşim, bir mülakâtında, önceleri edebiyattan ve şiirden nefret ettiğini söylemiştir. Ancak yazmaya başladığında etrafında bir hayran kalabalığı oluşmaya başlamıştır. Yakın arkadaşlarından Hamdullah Suphi, şiiri onun kadar iyi yazamayacağını anladığı için bırakır. Halit Ziya'ya şunları söylemiştir:

"Bundan sonra şiir söylemeyeceğim. Ben bir şeyi akranımdan daha iyi yapabildiğime inanmazsam rahat edemem. Benden çok daha iyi şair Ahmet Haşim'dir. Onun için şiiri bırakıyorum, ben hatip olacağım."

Ahmet Haşim, sadakâtle bağlı olduğu Fecr-iÂtî'nin toplantılarına hemen hiç katılmaz. Yakup Kadri'nin anlattığına göre ilk toplantılarında Haşim'in gelip gelmeyeceğini soranlara Refik Halit: "O, insanların arasına karışmaz. Vahşinin biridir." cevabını verir.

Haşim Çanakkale Savaşı'nda asker olarak görev almış olmasına rağmen bu savaşla ilgili hiç konuşmaz, bu konuyla ilgili şiir yazmaz. Yakup Kadri'ye göre bunun sebebi hükümettir. Hükümet savaşı uzaktan takip eden şair ve yazarları savaş destanı yazmaları için Çanakkale'ye gönderir ancak savaşı bizzat yaşamış Haşim'i göndermez. Haşim, Türk kökenli olmadığı için gönderilmediğini düşünür. (Kendisi aslen Arap'tır.) Öfkesini dışa vurmamak için alaycı bir tavır takınsa da Yakup Kadri, "onun içini nasıl bir kurdun yediğini ben biliyordum." diyor. 

Çok çirkin bir adam olduğuna, bu yüzden hiçbir kadının kendisiyle ilgilenmeyeceğine inanan Haşim, bu kuruntuları yüzünden insanlardan sürekli kaçan, yarı vahşi bir adam haline gelmişti. Falih Rıfkı bir anısını şöyle anlatıyor:

"Başının bir hikâyesi vardır: Bir gün evinde aynanın önüne geçmiş. Acaba çenesinin şurası düzelseydi... Acaba kulağı biraz şekil değiştirseydi... Acaba kaşları gözlerinin üstünde biraz ferahlayabilse... Ve birden isyan eder, kendi boğazından tutarak haykırır: 'Kesip yenisini koymaktan başka çare yok!'"

Bir kadın tarafından sevilebileceğine asla inanmayan Haşim, bu yüzden yakışıklı gençleri ve sevişen çiftleri kıskanır, hatta onlar aleyhinde en zehirli, en kötü sözleri söylemekten çekinmezmiş. O, kendisine Araplığının hatırlatılmasından da hoşlanmaz ve yakın akrabalarını Arap oldukları için sevmez. Bir gün Türk Ocağı'na niçin gitmediğini soran bir dostuna şu cevabı vermiştir: "Sen de mi buraya geldin ey hacı fışfış derlerse ben ne yaparım?"

Ahmet Haşim yaşlanıp hasta olduğunda onu bir şekilde hırpalamış olanlar bile geçmiş olsun mesajları göndermeye, ziyaret etmeye başlarlar. Kimsenin kendisini sevmediğini düşünen ve zaman zaman hırçınlaşan Haşim, hastalığında gösterilen bu ilgiye şaşırıp şunları söyler:

"Ben nâhak yere âlemi kendime düşman sanırmışım! Haksız yere çok kalp kırdım! Kendimi hiç sevilmez sanırdım, halbuki beni ne çok seven varmış!"

Ahmet Haşim, birçok şairi peşinde sürüklemiş ve etkisi hâlâ devam eden bir şairdir. Onun şiirlerini okumak şiir okumayı sevenler için farklı bir lezzet olacaktır. Ben de en beğendiğim şiiri olan O Belde adlı şiiri günümüz Türkçesiyle aşağıda paylaşıyorum (Çeviri bana ait):

Denizlerden
Esen bu ince hava saçlarınla eğlensin.
Bilsen
Özlem ve gurbet hüznüyle akşamın ufkuna bakan
Bu gözlerinle, bu hüznünle sen ne dilbersin!

Ne sen,
Ne ben,
Ne de güzelliğinde toplanan bu akşam,
Ne de düşünce elemlerine bir liman
Olan bu mavi deniz...
Hüznü anlamayan nesle âşinâ değiliz.
Sana yalnız bir ince genç kadın,
Bana yalnızca eski bir budala
Diyen bugünkü insan,
Bu alçak arzu, bu kirli bakış,
Bulamaz sende bende bir anlam,
Ne bu akşamda ince bir kaygı,
Ne de durgun denizde bir kırgın
Saklanmaa ve çekinme titreyişi.

Sen ve ben
Ve deniz
Ve bu akşam ki, titreyişsiz, sessiz,
Topluyor ruhunun kokusunu sanki,
Uzak
Ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
Bu sürgüne ve ayrılığa sonsuza kadar bu yerde mahkumuz...

O belde?
Durur el değmemiş hayal mıntıkalarında;
Mavi bir akşam
Hep dinlenir üstünde;
Eteklerinde deniz
Döker ruhlara bir uyku sessizliği.
Kadınlar orada güzel, ince, temiz, gece gibidir,
Hepsinin gözlerinde hüznün var,
Hepsi kız kardeştir veya sevgili;
Gönüldeki üzüntüleri uyutmayı bilir
Dudaklarındaki ağlayan öpücükler, ya da
O gözlerindeki çivit rengi soru sessizliği.
Onların ruhu kırgın akşamdan
Yoğunlaşmış menekşelerdir ki
Durmadan sessizlik ve susuşu arar;
Ayın hüznünün ışıksız parıltısı
Sığınmış sanki yalnız ellerine.
O kadar çelimsiz ki, ah, onlar,
Onların dilsiz ve ortak hüzünleri,
Sonra dalgın akşam, o hasta deniz
Hepsi benzer o yerde birbirine...

O belde
Hangi hayal edilmiş kıtada?
Hangi uzak nehirle çizilmiş sınırları?
Bir yalan yer midir, veya var olan,
Ama bulunmayacak bir hayal sığınağı mı?
Bilmem... yalnız
Bildiğim sen ve ben ve mavi deniz
Ve bu akşam ki uzun uzun titretiyor
Bende hüzün ve ilham tellerini,
Uzak
Ve mavi gölgeli bir beldeden ayrı kalarak
Bu sürgüne ve ayrılığa sonsuza kadar bu yerde mahkumuz...



YARARLANDIĞIM KAYNAKLAR:

Mehmet Kaplan - Şiir Tahlilleri (Cilt 1)
Beşir Ayvazoğlu - Ömrüm Benim Bir Ateşti
Ahmet Haşim - Göl Saatleri










Comments

Popular posts from this blog

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI

YANLIŞ BATILILAŞMA: FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ