UYUŞMAZ İNSANIN İLK ÖRNEĞİ: DENİZİN ÇAĞIRIŞI


 


"Denize... Denize... Onun sonsuz maviliğine kes diyen kim? Bana kim sesleniyor? Doktor mu? Onun hakkı var. Etrafımızı çeviren, zaman ve mekânın hudutları içindeyiz. Burada her şey hesaplı, mahdut... Mavi engin bütün hudutlardan kurtarır mı insanı? Ah, ne kadar da tatlı bu ses:

- Denize... Denize... Babanı da o çağırmıştı."


1938 ve sonrası; Türk edebiyatının yenilendiği, zenginleştiği bir dönemdir. Bir anlamda sanatın coğrafyası da değişmeye başlamıştır artık, hem sanatçıların kökeni hem de ele alınan konular bakımından. Anadolu bir sürgün yeri ya da halkı tanımak için şöyle bir dolaşılan yer değildir artık. Büyünen, yetişilen, görev alınan yerdir. Bu kuşağın en önemli sanatçılarından biri de Kemal Bilbaşar'dır. 


    KEMAL BİLBAŞAR:


"1910 yılının ocak ayını şubata bağlayan karlı kış gecesinde Çanakkale'de dünyaya gelmişim. Babam Hüsnü Naim Efendi, Selanik'in Balkan devletlerince işgali sırasında müttefik subaylarınca şehit edilmiş. Sekiz yaşıma dek yetim büyüdüm."

Kendi hayatını bu cümlelerle anlatmaya başlıyor Kemal Bilbaşar. Edebiyatla ilgilenmeye Gazi Eğitim Enstitüsünde başlamış, ilk öykülerini İzmir'de Cahit Tanyol ve İlhan İleri ile birlikte çıkardıkları Aramak dergisinde yayımlamıştır. Tiyatro, senaryo, radyo oyunları ve ders kitapları da yazan Bilbaşar, 1960'tan sonra daha çok roman türüne ağırlık vermiştir. 

Bilbaşar, 1939'da Budakoğlu öyküsüyle Ankara Halkevi Öykü Yarışması'nı, Cemo adlı romanıyla 1967 yılı TDK Roman Ödülü'nü, 1970 yılında da Yeşil Gölge adlı romanıyla da May Roman Ödülü'nü kazanmıştır. 


    DENİZİN ÇAĞIRIŞI:


-------------içerik uyarısı------------

"-Gidin azizim, dedi ve çılgın bir hayat yaşayın. Sizde hiçbir şey kalmayacak. En iyi ilaç budur. Ah, ben de gidebilsem...

-Hey gidi doktor ve hey şifalı reçete... Fakat doktora kızmıyordum. Onun tekrar yüzükoyun yatmağa hazırlanan hayalini ve garip homurtusunu ancak hatırlıyorum."


Yaşadığı yerde bunalan ve psikolojik rahatsızlık yaşayan Öğretmen, kasabada görev yapan doktorun önerisiyle oradan ayrılır. İzmir'e gider ve bir otele yerleşir. Okul arkadaşı olan Hamit'in yardımıyla bir ailenin kiraya verdiği odayı tutar. Evin bulunduğu mahallede yaşayanlar çok tutucu olduğu için ev sahiplerini bekar birine oda vermeleri nedeniyle dışlarlar. Ama Öğretmen, tüm saldırılara rağmen evde kalmayı sürdürür. 

Ailenin on altı yaşlarında, okula giden, Zehra adında bir kızı bulunmaktadır. Zamanla Öğretmen'le Zehra arasında bir aşk başlar. Zehra, Öğretmen'in kendisine ilgi duyduğunu eline geçen defterden öğrenir. O da Öğretmen'e karşı ilgisiz kalmaz. Bir süre sonra nişanlanırlar. 

-------------içerik uyarısı------------


Denizin Çağırışı; roman kahramanlarının bilinçaltına inilmesi, gerçekle düş arasında gidilip gelinmesi, yabancılaşmaya yer verilmesi ve olay örgüsünün dikkate alınmamasıyla modernist romanlar arasında gösterilir. Bu yönüyle yazarın diğer eserleri içinde sıra dışı bir yerde durur. 

Romandaki Öğretmen, uyumsuz insan figürünün edebiyatımızdaki ilk örneği sayılır. O; kente gelip kendisini buraya ait hissedemeyen ve sıkışıp kalan, iç bunalımlar yaşayan bir insanın anlatımıdır. Kendisi de öğretmen olan Kemal Bilbaşar'ın bu romanında, kendi hayatından izler olduğunu da söylemek mümkündür. 

Jung psikolojisine göre deniz, bilinçaltını, bilinemezliği ifade eder. Bu bakımdan romanın adının Denizin Çağırışı olması da ilgi çekicidir. Roman kişisinin romanın başından itibaren bilinmezlikten ve karanlıktan korktuğunu, gel-gitler yaşadığını görürüz. Bu, aslında kendini arayış içinde olduğunu gösterir. Deniz, Öğretmen'i sürekli kendisine çağırır. Çünkü kendimiz hakkında bilmediklerimiz bildiklerimizden çok daha fazladır. Denizin içinde de çok büyük bir dünya vardır. Romanda Öğretmen'in iç bunalımı bu yüzden denizle iç içe geçerek verilmiş olmalıdır. 


-------------içerik uyarısı------------

"Işıklar sönünce burada bulunan bütün insanları bir karanlık yutacaktı. Yalnız insanları değil, buradaki bütün şekilleri ve mesafeleri de mahvedecekti. Karanlık kadar kudretli bir şey var mıydı?"


Öğretmen, Zehra ve annesi bir gün sinemaya giderler. Öğretmen'in ısrarıyla locaya otururlar. Öğretmen, sinemada Zehra ile olan ilişkisini düşünür. Çeşitli kuruntular yaşadıktan sonra kendisinin aslında annesinin masallarda anlattığı sarışın kızı sevdiğini anlar. Sinemadan kaçar. 

Mahmut adında bir arabacıyla tanışır. Aralarında bir samimiyet oluşur. Öğretmen, arabacının kız kardeşi Adalet'e âşık olur. Arabacıyla birlikte Adalet'in kaldığı pansiyona giderler. Pansiyonda bir haftayı beraber geçirirler. Öğretmen'in parası bitince de Adalet onu pansiyondan kovar. 

-------------içerik uyarısı------------


Ahmet Oktay Denizin Çağırışı'nı psikolojik yabancılaşmanın Türk romanındaki ilk örneği olarak değerlendirir. Roman, 1950'li yıllarda öne çıkan varoluşçu temaları çok daha öncesinde dile getirmesi bakımından önemlidir.  Oktay bu bağlamda, Denizin Çağırışı ile Yusuf Atılgan'ın Anayurt Oteli'si arasındaki bağlantıya özellikle dikkat çeker. 


-------------içerik uyarısı------------

"Ben deliyim... Hey, insanlar! Bir zırdeliyim. Niye korkuyorsunuz? Birbirinin sıcaklığında ve kokusunda emniyet duyan hayvanlar! Sizin içinizde de benim gibi zavallı deliler yok mu?"


Beş parasız, sokakta kalan Öğretmen tütün işçiliğine gider. İşten dönerken kadın işçiler arasında Zehra da yer almaktadır. Bir hamal ona sarkıntılık eder. Öğretmen bu duruma dayanamaz ve ona sarkıntılık eden adamı iter. Öğretmen'in yardımına karşı çıkan Zehra onu sert bir şekilde azarlar ve inadına kendini taciz eden hamalın koluna girer. 

-------------içerik uyarısı------------


Kasabadan kente gelen Öğretmen'in İzmir'de derin bir kayıtsızlıkla karşılaşmasını, hayata bir türlü bağlanamayışını anlatan Denizin Çağırışı hakkında Selim İleri: "O ilçeden, o küçük kasabadan yakınan; boğulan, çırpınan Öğretmen; o roman kişisi, belki de aynaya baktığımızda oraya yansıyan çehremizdi. Aynaya bakmaktan hepimiz kaçınıyorduk." diyor. Peki aynaya baktığımızda neydi görmemiz gereken?


-------------içerik uyarısı------------

"Oh, Tanrı'm! İçimde bir daralma hissediyorum. Demir bir el beni boğuyor. Bu geniş caddeler, bu büyük şehir, bu dünya bana dar geliyor. Halbuki arkadaşımla deli gibi içtim. Sarhoşum. Amma bende hiçbir şey avunmuyor. Nerelere gideyim?"


Kasabadan iç bunaltısı ve sıkıntı nedeniyle İzmir'e kaçan Öğretmen, büyük şehirde de aradığını bulamamış hatta büyük bir hayal kırıklığına uğramıştır. Geçmişini, babasını, karanlık korkusunu ve babasının kendisini öldürüşünü gittikçe daha çok düşünmeye başlar. Kendisini bir sesin çağırdığını düşünür. Deniz, onu çağırmaktadır. Mukavemet edilemez, cazibeli bir sestir çağıran. Bütün aydınlıklar, bütün mavilikler bu sestedir. 

-------------içerik uyarısı------------


İntihar, topluma yabancılaşma, yalnızlık gibi varoluşçu romanın başat temalarını işleyen Denizin Çağırışı, bu yönüyle bir erken dönem romanı sayılabilir. Doğan Hızlan, onu ilk varoluşçu roman olarak nitelese de Selim İleri, Fethi Naci, Ahmet Oktay gibi önemli eleştirmen ve yazarlar okurun dikkatini roman üzerine çekmeye çalışsa da 1943 yılında yayımlanan roman ne yazık ki hak ettiği ilgiyi görememiştir. 

Kemal Bilbaşar romanlarının yanı sıra öykü, makale, radyo oyunları da yazmış; Türk edebiyatının pek çok önemli yazarı gibi köşesinde keşfedilmeyi bekliyor. Denizin Çağırışı ise bu sıra dışı yazarı tanımak için en önemli eserlerden biri. 


Denizin Çağırışı bir müzik olsaydı:










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI