Kayıtlar

2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

BİR HİDAYET ROMANI: MİNYELİ ABDULLAH

Resim
  "Okumak, yalnız okumak, meselenin haline kâfi değildi. İlim ve iman meyvesini vermeliydi. Bu meyve ise cemiyet içindeki hareketlerimiz olacaktı." Romanlar birbirinden çok farklı amaçlar için okunabilir. Sadece edebi zevk için ya da tarihi belge olarak okunabilir; hiç amaçsız da okunabilir, yüce bir dava için de. İşte bu çeşitlilik yazarları da kapsar. Yalnızca bireyi anlatma amacında olan yazarlar da vardır, kalemini davası için kullanan yazarlar da. Hekimoğlu İsmail, romanını bir okul olarak görüp kalemini davası için kullanan yazarlardan biridir.     HEKİMOĞLU İSMAİL: Asıl adı Ömer Okçu olan Hekimoğlu İsmail, 1932 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini burada bitirdikten sonra Zırhlı Birlikler Okulundan mezun olup astsubay oldu. 1960'ta Hava Kuvvetleri'ne geçerek füzeci oldu. Mesleki eğitim dolayısıyla Amerika ve Avrupa'da birçok şehir gördü. Arapça, Farsça ve Osmanlıcayı kendi çabasıyla öğrendi.  1967'de İttihat gazetesinde tefrika edilmeye

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

Resim
  "Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır... Bu da gösterir ki zaman ve mekân, insanla mevcuttur." Toplum kendi yatağında su gibi akıp giden zamanla beraber birçok değişim geçirir. Ancak bu tufana kapılıp gitmeyenler hayatın gelip geçici olduğunu, içinde bir yerde ince bir hiciv olduğunu, bir mizah barındırdığını görebilirler. Şüphesiz hayatın içinden kesitleri, dönemin ruh halini iyi seçilmiş imgelerle anlatan en kıymetli yazarlarımızdan biridir Ahmet Hamdi Tanpınar.      AHMET HAMDİ TANPINAR: 1901 yılında, İstanbul'un Fatih ilçesinde, Şehzadebaşı semtinde dünyaya geldi. Çocukluk günlerini ve lise yıllarını babasının kadı olması münasebetiyle farklı illerde geçirdi. Lise öğrenimini tamamladıktan sonra yüksek öğrenim için İstanbul'a gitti. 1919'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine girdi. Burada Yahya Kemal'in öğrencisi oldu. 1921-1923 yılları arasında Yahya Kemal'in çıkardığı Dergâh mecmuasında on bir şiiri yayımlandı. İlk romanı Ma

"EZEN"LERİN KUKLASI: MURTAZA

Resim
  "Yukarıda Allah, Ankara'da devlet, hem de hükümetse burada da Murtaza vardı. Murtaza'ysa değildi herhangi bir bekçi.  Kurs gördükten başka, almıştı amirlerinden takdirname bile. Bir kedi, murdar bir kedi bozamazdı Murtaza'nın mahallede kurduğu disiplini." Ezen-ezilen mücadelesi ezeli bir mevzu. Üstelik muhatapları sadece ezen otorite, ezilen halk ya da ezen zengin, ezilen fakir şeklinde değil. Arada, bir de kendisi ezildiği halde ezenden taraf olup kendi halkını ezmede kukla olanlar var. İşte Orhan Kemal'in Murtaza 'sı böyle bir karakter olarak karşımıza çıkar.     ORHAN KEMAL: 1914'te Adana'da doğdu. Milletvekili olan babası sayesinde rahat bir yaşam sürdü. On altı yaşındayken babasının Suriye'ye kaçmasıyla hayat mücadelesi başladı. İki yıl Suriye'de bulaşıkçılık ve matbaacılık yaptıktan sonra sürgünlüğe dayanamadı. Ailesini bırakıp tek başına döndüğü Adana'da, fabrikalarda işçilik yaptı. Fabrikada tanıştığı bir kızla evlendi. Askerl

İKİ UÇ KARAKTER: ALİ NİZAMİ BEY'İN ALAFRANGALIĞI VE ŞEYHLİĞİ

Resim
"Gerçi bu yaşadığımız zamanlar, bizim bir tahterevalli oynar gibi, bir hayli ilerlemiş bir alafrangalıktan bir hayli geri kalmış bir şarklılığa, lezzetle, bir gidip bir geldiğimiz zamanlardı. Fakat aynı adamın, bu kadar az bir vakit içinde, o kadar gösterişli bir alafrangalıktan bu kadar koyu bir şarklılığa geçişine cidden hayretler içinde kalıyordum." Alice'i bilirsiniz. Hani sıkıcı hayatından beyaz bir tavşanı takip ederek kurtulmuştu. Tavşan deliği, onu bambaşka bir dünyayla tanıştırmıştı. İşte romanlar da insanı başka dünyalara, başka başka insanlara götüren tavşan delikleridir. "İnsan büyük bir muammadır." diyen Abdülhak Şinasi Hisar, bizi romanlarıyla insanın içine doğru bir yolculuğa çıkarır. Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği kitabıyla tanıdığımız Ali Nizami Bey ise onun en muamma dolu karakteridir.     ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR: 1887 yılında, İstanbul'da, babasının Rumeli Hisarı'ndaki yalısında dünyaya geldi. Galatasaray Lisesinde Rec

BİR ŞÜPHENİN ROMANI: YALNIZIZ

Resim
  "Ey insan! Bu kitabı sana ithaf ediyorum. Başının üstünden büyük bir rüzgâr geçiyor. Yalancı bir fecirle başlayan asır kararıyor ve sana tek ümit ışığı olarak en kudretli kaynağı uranyumda değil, senin ruhunda sıkışmış maddeden kopararak çıkardığın korkunç tahrip aletinin patlayışından yükselecek alevi bekletiyor. Ey bahtsız! Tarihinin hiçbir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın." Hayat zıtlıklar üzerine kuruludur: Aydınlık-karanlık, iyi-kötü, ruh-beden... Trajediden doğan roman türü zıtlık üzerine kurulu bu dünyada evini arayan insanlara adeta "Seni anlıyorum!" tesellisi verir. İnsanı maddenin, bedenin çekiminden kurtarıp ruhunu özgürleştirmeye çalışan Yalnızız romanı, Peyami Safa'nın insana bir tesellisi olarak arz-ı endam eder.     PEYAMİ SAFA: 1899'da, İstanbul'da doğdu. Yoksulluk ve dokuz yaşında yakalandığı kemik veremi nedeniyle düzenli bir eğitim alamadı. Bir yandan çalışırken bir yandan da kendi kendini yetişt

ALAFRANGA VS. ALATURKA: FATİH-HARBİYE

Resim
"Şark ve Garp insanlığın külçesini terkip ederler, bu itibarla, medeniyet dediğimiz şey yeni terkiplere doğru mütemadiyen istihale eder. Buna terakki, tekamül, değişme, ne derseniz deyiniz. Ben tabirlerden de korkarım. Hiçbir tabiatın sabit bir medlulü yoktur. Garp medeniyetinin içinde Şark unsurları ve Şark medeniyetinin içinde Garp unsurları yok mudur? Fakat her şey bir derece meselesidir." Güneşin doğduğu yerle battığı yer arasındaki mesafe ne çok meşgul etmiş insanı yüzyıllardır. Doğu-Batı meselesi ülkemize 19. yüzyılın değişim rüzgârlarıyla gelen ve günümüze kadar süren bir mesele. Peyami Safa, Doğu-Batı sorununu "Türk ruhunun en büyük işkencesi" olarak tarif eder. O, bunu söylediğinde Tanzimat Dönemi çoktan geçmiş, Milli Mücadele bitmiş, Osmanlı İmparatorluğu artık yerini Türkiye Cumhuriyeti'ne bırakmıştı. Toplumsal değişimlerin etkileri had safhadaydı. İşte Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye romanı, bu değerler çatışması üzerine kurulu bir romandır.     P

TARİHİN İZİNDE: SULTAN HAMİD DÜŞERKEN

Resim
  "İstibdatı yıktık, her şeye hakim olduk, diyoruz. Hakikatte ise disiplinsiz, bilgisiz, hazırlıksız bir avuç insandan ibaretiz... Büründüğümüz, arkasına gizlendiğimiz esrar perdesi altında hiç de kuvvetli olmadığımızı sezenler var, sezenler artıyor." Geçmiş dönemlerin ruhunu tanımlamak zor bir iştir. İşte bu noktada devreye özellikle edebiyat ve romanlar girer. Tarihsel dönüşümlerin yaşandığı toplumsal çerçevede bireyi o döneme özgü koşullar içine yerleştiren romanlar, elverişli birer kaynaktır. Nahid Sırrı Örik'in Sultan Hamid Düşerken adlı romanı bu anlamda Türk okuru için önemli bir kaynaktır.     NAHİD SIRRI ÖRİK: Üst düzey bir devlet görevlisi ve aynı zamanda yazar olan Hasan Sırrı Bey'in oğlu olarak 1895'te, İstanbul'da dünyaya geldi. Galatasaray Lisesini yarıda bırakarak kendi kendini yetiştirdi. 1915'ten 1928'e kadar Tiflis, Berlin, Paris, Roma, Viyana gibi şehirlerde yaşadı. İlk öyküsü Paris'te çıkan bir dergide Fransızca olarak yayımlan

UYUŞMAZ İNSANIN İLK ÖRNEĞİ: DENİZİN ÇAĞIRIŞI

Resim
  "Denize... Denize... Onun sonsuz maviliğine kes diyen kim? Bana kim sesleniyor? Doktor mu? Onun hakkı var. Etrafımızı çeviren, zaman ve mekânın hudutları içindeyiz. Burada her şey hesaplı, mahdut... Mavi engin bütün hudutlardan kurtarır mı insanı? Ah, ne kadar da tatlı bu ses: - Denize... Denize... Babanı da o çağırmıştı." 1938 ve sonrası; Türk edebiyatının yenilendiği, zenginleştiği bir dönemdir. Bir anlamda sanatın coğrafyası da değişmeye başlamıştır artık, hem sanatçıların kökeni hem de ele alınan konular bakımından. Anadolu bir sürgün yeri ya da halkı tanımak için şöyle bir dolaşılan yer değildir artık. Büyünen, yetişilen, görev alınan yerdir. Bu kuşağın en önemli sanatçılarından biri de Kemal Bilbaşar'dır.      KEMAL BİLBAŞAR: "1910 yılının ocak ayını şubata bağlayan karlı kış gecesinde Çanakkale'de dünyaya gelmişim. Babam Hüsnü Naim Efendi, Selanik'in Balkan devletlerince işgali sırasında müttefik subaylarınca şehit edilmiş. Sekiz yaşıma dek yetim büy