İKİ UÇ KARAKTER: ALİ NİZAMİ BEY'İN ALAFRANGALIĞI VE ŞEYHLİĞİ



"Gerçi bu yaşadığımız zamanlar, bizim bir tahterevalli oynar gibi, bir hayli ilerlemiş bir alafrangalıktan bir hayli geri kalmış bir şarklılığa, lezzetle, bir gidip bir geldiğimiz zamanlardı. Fakat aynı adamın, bu kadar az bir vakit içinde, o kadar gösterişli bir alafrangalıktan bu kadar koyu bir şarklılığa geçişine cidden hayretler içinde kalıyordum."


Alice'i bilirsiniz. Hani sıkıcı hayatından beyaz bir tavşanı takip ederek kurtulmuştu. Tavşan deliği, onu bambaşka bir dünyayla tanıştırmıştı. İşte romanlar da insanı başka dünyalara, başka başka insanlara götüren tavşan delikleridir. "İnsan büyük bir muammadır." diyen Abdülhak Şinasi Hisar, bizi romanlarıyla insanın içine doğru bir yolculuğa çıkarır. Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği kitabıyla tanıdığımız Ali Nizami Bey ise onun en muamma dolu karakteridir.


    ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR:


1887 yılında, İstanbul'da, babasının Rumeli Hisarı'ndaki yalısında dünyaya geldi. Galatasaray Lisesinde Recaizade Mahmut Ekrem gibi önemli hocalardan ders gördü. 1905'te Paris'e gitti. Burada önemli sanat topluluklarına katıldı. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. Bir Fransız şirketinde çalışmaya başladı. Daha sonra Osmanlı Bankasında reji idaresinde ve Dışişleri Bakanlığında çeşitli görevlerde bulundu. 

Titizliğiyle bilinen Hisar, ilk kitabını yayımlatmak için 54 yaşına kadar beklemiştir. CHP Roman Ödülü'nü alan Fahim Bey ve Biz'den sonra ikisi roman olmak üzere anı, biyografi, antoloji gibi türlerde çeşitli eserler vermiştir. Hiç evlenmeyen Şinasi Hisar, 1963'te Cihangir'deki evinde beyin kanamasından vefat ettiğinde yalnızdır.


    ALİ NİZAMİ BEY'İN ALAFRANGALIĞI VE ŞEYHLİĞİ:


--------içerik uyarısı-------

"Ali Nizami Bey'i biz hemen hiç görmez, görsek görsek, ya kapıdan çıkar, ya kapıdan girerken yani daima kapı aralıklarında, hep ayakta görürdük. Hanımların sözlerinden de hep uzaklarda gezindiğini anlardık... Ve biz ancak onun başka yerlerde geçen hikâyelerini duyardık."


Ali Nizami Bey, Büyükada'nın en şık ve en alafranga semtlerinden olan, gösterişli köşklerin yer aldığı Nizam Caddesi'nin en alafranga sakinlerinden biridir. Annesi ve lalası Hüseyin Ağa ile yaşar. Babasından kalan mirası Avrupai zevklerine müsrifçe harcayan Ali Nizamî Bey, Batılı tarzıyla mahallede herkesin ilgisini üzerinde toplar. Yaşayış tarzıyla aynı evi paylaştığı insanlarla bile uyuşmazlık içindedir. Öyle ki evin en kıdemlilerinden olan Lala Hüseyin Ağa, alışkanlıklarını ve müsrifliklerini günah bulduğu için onunla senelerdir konuşmamaktadır. 

--------içerik uyarısı-------


Alafranga züppe tipi Türk romanında alaycılıkla ve zaman zaman hainlik ibaresiyle bir arada düşünülür. Tanzimat'la başlayan ilk çizimler alaycı çizimlerdir. Çünkü bu tip, olunmaması gereken bir tipi temsil eder. Aynı zamanda bu tip; komikliği zaten içinde barındırır: Aşırılıkları, gerçekle olan bağındaki sıkıntı, narsistik özellikleri vs. Aydınlar züppe tipinin  mümkün olduğunca ciddiye alınmamasını istediği için de bu tipi alaycı çizmiş olmalıdır. Ancak ilerleyen zamanlardaki romanlarda alafranga züppeler komikliğinden ziyade hainliğiyle -bazı romanlarda vatan hainliğiyle- resmedilir olmuştur.


--------içerik uyarısı-------

"Bu manzara, bu kırk çift ayakkabı insana bir ayaklanma, bir gidiş, bir yürüyüş, bir yollanış ve bir varış arzusu veriyordu. Fakat, kim bilir, belki dikkatle bakılırsa, yine insana gelecekte dünya yollarında atılacak adımlarımızın boşluğunu, hiçliğini de acaba söylemiyor, işaret ve ifşa etmiyor, temsil etmiyor muydu?"


Zaman kaybı olarak görüp beğenmediği okulları birer birer terk eden Ali Nizami Bey, kumar bağımlısıdır ve bu sebeple bir gecede iki yüz, üç yüz altın kaybetmiş olduğu işitilir. Giyim kuşam merakı o dereceye varmıştır ki kırk çift ayakkabısı vardır. Birçok kadınla gönül ilişkisi yaşayan Nizami Bey'in bu uğurda başına gelenler şehrin kadınları tarafından kulaktan kulağa fısıldanır. Bunların yanında araba, resim, avcılık, musiki, kuş, çiçek gibi sayısız merakı olan Nizami Bey, tüm parasını bunlar uğruna har vurup harman savurur. Ta ki babasından kalan servet tamamen suyunu çekene kadar...

--------içerik uyarısı-------


Romanın anlatıcısı, Ali Nizami Bey hakkında etraftan duyduğu kadarını aktaran bir üçüncü şahıstır. İki bölümden oluşan bu romanın ilk bölümü Ali Nizami Bey'in zengin ve alafranga olduğu dönemdeki tanıklıkları içerir. İkinci bölümünde ise bambaşka bir Ali Nizami Bey'le karşılaşırız: Başında Bektaşi takkesi ve sırtında cüppesi... Bu değişiklik, insanı büyük bir muamma olarak gören yazarın okura adeta muzip bir göz kırpışı gibidir.


--------içerik uyarısı-------

"Ali Nizami Bey'in şimdi boynunda yakalığı yoktu. Açık yakalı bir mintan giyiyordu. Bektaşi tacı başına, cüppesi vücuduna çok büyük ve geniş gelerek, adeta iğreti durarak ona bir nevi zavallılık hali veriyordu."


Bir gün Ali Nizami Bey'i karşısında Bektaşi kılığında gören anlatıcımız önce gözlerine inanamaz.  Ancak Nizami Bey onu hemen tanır ve henüz sadece bir müridinin olduğu, Çamlıca'daki dergahına davet eder. Bu mürit ise lalası Hüseyin Ağa'dır. Söylenenlere göre Ali Nizami Bey, serveti tamamen suyunu çekince aklını yitirmiştir. 

--------içerik uyarısı-------


Bir tarafta müsrif, alafranga, gösteriş meraklısı Ali Nizami Bey; diğer tarafta yiyecek yemek bile bulamayan, baraka gibi bir evde yaşayan Bektaşi şeyhi Ali Nizami Bey... Abdülhak Şinasi bununla iki uç nokta arasındaki farkın bir kültür bunalımı içinde hiç de imkansız olmadığını göstermek ister gibidir. Bu zıtlık; üstüne bir de alaycı üslup eklenince trajik bir durumu, trajikomik bir hale getirir.


--------içerik uyarısı-------

"Ali Nizami Bey, şimdi, kendini hayata minnettar ve insanlara kardeş duyuyordu. Şimdi, her şeyin, büyük bir inkişaf içinde, sırrını bir güneş gibi açtığını ve ruhunu bir çağlayan halinde döktüğünü biliyor; her şeyin hayra dalaletini ve her şeyin ve herkesin iyiliğini istiyor; havadan, hayattan, memnun olarak haz alıyor, ruhu daimi bir inşirah lezzetiyle açılıyordu."


Anlatıcımız, Ali Nizami Bey'in davetine icabet eder ve Çamlıca'daki dergahına gider. Burası çamurlu, çarpık yollardan gidilen küçücük bir kulübedir. Ali Nizami Bey'in Nizam Caddesi'ndeki ihtişamlı köşkünü hatırlayınca bu kulübe daha da küçülmektedir. Yatak odasının bir duvarını kaplayan kırk çift ayakkabı gitmiş, yerine kenarları lastikli meshler gelmiştir. Ancak Ali Nizami Bey'in huzuru ve kanaatkârlığı hat safhadadır. O, aradığını şimdi bulmuş gibidir. 

--------içerik uyarısı-------


Ali Nizami Bey ile Hüseyin Ağa'nın yoldaşlığı, Don Kişot ile Sancho'ya benzer. Zaten yazarın tüm romanlarının ana karakterlerinde bir Don Kişotluk vardır. Dış dünyada aradıklarını bulamadıkları için iç dünyalarına, hayallere ve yeni kimliklere sığınırlar. Hisar bu romanlarıyla gerçeğin hayale, maddiyatın maneviyata yenilgisini anlatmak ister gibidir.

Abdullah Uçman'a göre Hisar, romanın ilk bölümünde İstanbul'un alafranga hayatını, ikinci bölümünde ise alaturka hayatını anlatarak dönemin Türk toplumunun panoramasını vermektedir. Bu, hidayete ermiş bir adamın hikâyesinden çok Tanzimat'tan beri Batılılaşma konusunda bir türlü sonu gelmeyen kafa karışıklıklarının iki uç noktadan temsilidir. 

Abdülhak Şinasi Hisar, ilginç bir kalem. Tanıklıklarını anlatır gibi yazdığı eserleri türler üstü. Onlara roman, hikâye, anı diyemeyeceğimiz gibi bunlardan ayrı da düşünemeyiz. Yadsınamayacak güzellikteki dili ve üslubu sizi kendine çekecek ve yazarın tüm kitaplarını okumak isteyeceksiniz.


Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği bir müzik olsaydı:



Fotoğraf: okuyan1anne (İnstagram)





 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI