Kayıtlar

2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

CUMHURİYET ANKARA'SI: AYAŞLI İLE KİRACILARI

Resim
Memduh Şevket Esendal, en bilinen romanı Ayaşlı ve Kiracıları'nda zengin Ayaşlı İbrahim Efendi'nin oda oda kiraya verdiği evindeki bir odanın banka memuru olan kiracısının ağzından, öteki odalarda oturanları ve birbiriyle münasebetlerini anlatır. Emeklisi, çalışanı, ahlaklısı, ahlaksızı arasında aynı mekanı paylaşmaktan doğan bir yakınlık ve münasebetler dizisinin ortaya konduğu romanda sosyal hayatın bir kesiti verilmek istenmiştir. Eserin en canlı şahsı pansiyoncu Ağazâde Ayaşlı İbrahim - eşkiyalık, zaptiye çavuşluğu, otelcilik, pansiyonculuk ve antikacılık yapan dost canlısı adam - hayatının değişik merhalelerinde hayatın binbir yüzünü tanımıştır ve değişen zamana kolaylıkla ayak uydurur. Ayaşlı ile Kiracıları insanların birbirleri ile pek de ilgili olmadığı pansiyon ve apartman hayatına geçişin rahatsızlıklarını hatırlatmak ister. İnsanların bir arada yaşar göründükleri fakat birbirinden ve topraktan çok uzak kaldıkları yapma bir yaşayıştır, şehir hayatı. Esendal bu eserind

MİLLİ ROMANTİZM: HAN DUVARLARI

Resim
"Beş Hececiler" olarak anılan grubun en meşhur şairi kuşkusuz Faruk Nafiz'dir. Faruk Nafiz,;aruz vezniyle başladığı şiirini heceyle devam ettirmiş, sonradan Yahya Kemal'in şiirinin cazibesine yenilerek bir kez daha aruzla yazmaya başlamıştır. Hatta kendisini bu konuda eleştiren Ömer Seyfettin'e: "Siz şiire karışmayınız, nesrinizle meşgul olunuz!" demişliği de vardır. Faruk Nafiz'in şiirleri milli olmanın yanında oldukça lirik ve romantiktir. Duygularındaki samimiyeti yansıtmak konusunda, örnek aldığı Yahya Kemal'e yakın bir üslubu var. (Ya da ben abartıyorum. Evet, abartıyorum çünkü Türk şiiri bir yana, Yahya Kemal bir yana.) Şairimizin bütün şiirleri Han Duvarları adıyla Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkmakta. Onun, kitaba adını veren ve en ünlü şiiri olan Han Duvarları küçük bir öykü tadında. Şiir okumak ve şiiri anlamak herkesin harcı değil belki ama Faruk Nafiz okumak ve onu anlayabilmek oldukça kolay. Çünkü dili sa

MEHMET ÂKİF ERSOY SAMİMİYETİ: SAFAHAT

Resim
Şiirindeki gücü samimiyetinden alan bir şair, Mehmet Âkif. Samimiyet dedim, çünkü  Safahat 'ı okurken Mehmet Âkif'in hissettiği ne varsa hepsini hissediyorsunuz. Çünkü Âkif bir şeyi anlatırken adeta yaşıyor ve size yaşatıyor.  Bir mümin olarak son derece açık fikirli ve ilim hayranı olan Âkif, şiirine kendi ailesinin fertlerinin de aralarında bulunduğu sokağın, ülkenin, insanlığın bütün meselelerini doldurur.  "Şiir güçlü yazmakta değil yazmaya başlamadan evvel hissetmektedir." diyen Âkif yazarın kendi bilmediği veya tecrübe etmediği durumları anlatmak için bunlar üzerinde düşünmesi ve oluşan hayalin etrafında dolaşmasını tavsiye eder. "Biz edebiyatın vatanı olduğuna iman edenlerdeniz. O sebepten hiçbir milletin vatanını memleketimize mal etmek istemeyiz." diyerek de edebiyatın vatanı olmadığını söyleyen Namık Kemal'den ayrılır. Aynı zamanda Mehmet Âkif Şinasi'den itibaren devam eden "şiirin faydası olması" görüşüne ba

YAHYA KEMAL VE KENDİ GÖK KUBBEMİZ

Resim
Yahya Kemal uzun bir ömür sürmüş, Mütareke'den itibaren Türk şiirinin en önemli şahsiyeti olmuş, düşünceleriyle; tarih, coğrafya ve millet arasında kurduğu münasebetle kendisinden sonrakilere yol göstermiştir.  Şiirin, günün heyecan ve düşüncelerini daha kolay anlatma vasıtası sayıldığı günlerde şiir üzerine sadece sanat olarak, ölümsüzlüğün ifadesi olarak durmuş şahsiyetlerdendir. Şiirlerinde Türkçeyi muazzam bir şekilde kullanmış; saf şiirin öncülerinden biri olmuştur. Üsküp'te doğan ve vatan topraklarının dışında kalan bu şehre olan hasretini ömür boyu eserlerinde devam ettiren Yahya Kemal, önce Selanik'e, oradan İstanbul'a gelmiştir. İlk şiirlerini 1902-1903'te Servet-i Fünun üslubunda verdikten sonra Paris'e gitmiş, orada birbirinden farklı sanat görüşleri ile karşılaşmış ve böylece  klasik sanatın önemini anlamıştır. Romantizm, parnasizm, sembolizm ve neo-klasisizm akımlarının arasında geçen gençlik yıllarında Paul Verlaine'nın şiir anl

HİKÂYELERİYLE REFİK HALİT KARAY

Resim
Refik Halit'in hikâyeleri; 1900-1910 arası yazdığı ilk hikayeler ve 1915-1918 arası Anadolu'da yazdığı hikâyeler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Bunlar onun Memleket Hikâyeleri 'nde toplanmıştır. Refik Halit bu hikâyelerde içgüdülerin gücünü ve bunların altında ezen veya edilen kişileri hikâye etmiştir.  Mahmut Şevket Paşa'nın vurulmasından sonra Sinop'a sürülen Refik Halit, yazarlığına mizahla başlamıştır. Bu özelliği ömür boyu sürdürmüştür. Yazarın şahsi hayatı bakımından ıstıraplarla dolu olan bu sürgün Türk edebiyatına  Memleket Hikâyeleri 'ni kazandırmıştır. Anadolu halkının bezgin ve ehl-i keyif yaşayışını, yalnızlığını, memurların devleti temsil edemediklerini, bu çok rahat okunan hikâyelerde anlatmıştır. Refik Halit'in hikâyelerinin konuları yazarın hayat tecrübesine göre değişir. İşlediği konular çevresinde gözlemledikleri ile sınırlıdır. İnsanın temel içgüdülerini, sahteliklerini başarıyla verirken Memleket Hikâyeleri 'nde ç

DİLENCİLİĞİN FELSEFESİ: MİSKİNLER TEKKESİ

Resim
Miskinler Tekkesi, Türk edebiyatında o güne kadar pek karşılaşmadığımız bir başkarakter barındırıyor. Kahramanımız, dilenciliği meslek edinmiş soylu bir kişi. Roman, adını bilmediğimiz bu kişinin maceralarını anlatıyor. Reşat Nuri Güntekin'in diğer romanlarındaki sade üslubu bu romanda da devam ederken, akıcılık yönünden Miskinler Tekkesi -bana kalırsa- diğer romanlarına göre biraz eksik. Roman çok iyi başlıyor, ancak aynı tempoyla ilerlemiyor. Adeta başka bir romana dönüşüyor. Okumaya başladığımda başkarakterin hikâyesi beni içine çok çekmişti, ancak devamında roman o etkileyiciliğini kaybetti. Miskinler Tekkesi 'nin özeti kısaca şu: "Şemsettin Molla Sultan Mahmut döneminin kazaskerlerindendir. Başı büyük olduğu için Kocabaş Kazasker olarak tanınmıştır. Torunu ise konakta rahat bir yaşam sürmektedir. Onun da başı dedesininki gibi büyüktür. Yeni taşındıkları konakta komşularının kızı Mensure’ye âşık olur. Ancak II. Meşrutiyet'in ilanıyla konakları

İKİ KADIN ÖĞRETMEN: "ÇALIKUŞU" ve "ACIMAK"

Resim
  Türk edebiyatının yüz aklarından biri olan Reşat Nuri Güntekin, bir öğretmendir. Bu yüzden yazdığı birçok romanın kahramanlarını öğretmenlerden seçer. Bu romanlarda kendi deneyimlerini bize aktarır. Reşat Nuri oldukça başarılı bir romancıdır. Dili kullanmadaki ustalığı ve sadeliğiyle onun romanları su gibi akar. En ağır eleştirilerde bile üslubu yumuşaktır. Bu yönüyle diğer Milli Edebiyat sanatçılarından ayrılır. Yakup Kadri, Refik Halit gibi yazarlar eleştirilerini sert bir üslupla yapmışlardır. Hatta bu sert üslup Yakup Kadri'nin sadece eleştirilerinde değil, romanlarında bile hissedilir. Reşat Nuri Güntekin adını duyar duymaz aklımıza gelen ilk romandan bahsetmek istiyorum öncelikle: "Çalıkuşu". İlk önce tiyatro eseri olarak yazılan, daha sonra romana çevrilen bu güzide eser hâlâ günümüzde popülerliğini koruyan bir şaheserdir, denilebilir. Romanın başkahramanı Feride, her fırsatta ağaç tepelerinde dolaşan yaramaz bir kız olduğu için "Çalıkuşu&qu

BİR LANETİN ROMANI: SODOM VE GOMORE

Resim
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, klasik Türk romancıları arasında -bana göre- okuması en keyifli yazarlardan biri. Bu yüzden, Türk klasiklerini okumayı sevmeyenlere tavsiye ettiğim ilk isim Yakup Kadri'dir (Bir diğeri, Reşat Nuri). Çünkü onun romanlarına bir doğallık ve gerçekçilik hakimdir. Üstelik anlattığı konular da bir hayli sürükleyici ve en önemlisi bizden. Bizi, bize anlatan bir romancı Yakup Kadri. Sodom ve Gomore'sinde de geçmişteki "biz"i anlatıyor. Roman temelde, İngiliz işgalindeki İstanbul'da ortaya çıkan sosyal çöküntü ve ahlâkî yozlaşmayı işler. Adını da Lût kavminin çeşitli ahlaksızlıklar sonucu yozlaşıp Tanrı tarafından cezalandırılan ve lanetlenen Sodom ve Gomore kentlerinden alır. Yazar, işgal sırasındaki İstanbul'u içinde her türlü ahlaksızlıkların yaşandığı ve bir laneti hak eden bu iki kente benzetir. Öncelikle, roman bugünkü okuyucuyu hayretler içinde bırakacak detaylar taşıyor. Öyle ki romanı okurken: "Bunlar geçekten yaşan