DİLENCİLİĞİN FELSEFESİ: MİSKİNLER TEKKESİ



Miskinler Tekkesi, Türk edebiyatında o güne kadar pek karşılaşmadığımız bir başkarakter barındırıyor. Kahramanımız, dilenciliği meslek edinmiş soylu bir kişi. Roman, adını bilmediğimiz bu kişinin maceralarını anlatıyor.


Reşat Nuri Güntekin'in diğer romanlarındaki sade üslubu bu romanda da devam ederken, akıcılık yönünden Miskinler Tekkesi -bana kalırsa- diğer romanlarına göre biraz eksik. Roman çok iyi başlıyor, ancak aynı tempoyla ilerlemiyor. Adeta başka bir romana dönüşüyor. Okumaya başladığımda başkarakterin hikâyesi beni içine çok çekmişti, ancak devamında roman o etkileyiciliğini kaybetti.


Miskinler Tekkesi'nin özeti kısaca şu:


"Şemsettin Molla Sultan Mahmut döneminin kazaskerlerindendir. Başı büyük olduğu için Kocabaş Kazasker olarak tanınmıştır. Torunu ise konakta rahat bir yaşam sürmektedir. Onun da başı dedesininki gibi büyüktür. Yeni taşındıkları konakta komşularının kızı Mensure’ye âşık olur. Ancak II. Meşrutiyet'in ilanıyla konakları yağmalanır ve kendisi de işten atılır. Aile dağılır. Kocabaş Kazasker’in torunu bu olaydan sonra arkadaşının teşvikiyle Darül- Fünun’a devam eder. Bu yıllarda da Sinop’a sürgüne gönderilir. Bu süreçten sonra önce İstanbul’a geri döner daha sonra da İstanbul’dan İzmir’e geçer.

Bir deri bir kemik kalmış olan kahramanımız, Yunanların İzmir’i işgali nedeniyle de iyice kötüleşmiştir. Burada Eşref Paşa Cami etrafında dolaşırken haline acıyanlar avucuna para bırakırlar. İlk günlerde bunu hazmedemese de buna sonradan alışır. Dilencilik yaparak geçimini temin etmeye çalışır. Kısa zamanda da iyi paralar kazanır. Mesule Bacı adlı kalfa, baktığı zengin kadının ölmesi üzerine Kocabaşların torununu ve İsmail adlı fakir bir çocuğu yanına alır. İsmail okula yazdırılır ancak babasının dilenci olduğu gerekçesiyle diğer çocuklar kendisiyle dalga geçerler. Bu süreçten sonra İsmail, dilencimiz ve Mesule Bacı İstanbul’a gelirler. İsmail yatılı okullarda ve Avrupa’da okuyarak mimar olur, yurda döner. Yurda dönüşte ise kendisini büyüten dilencimizin elini öper."

Romanda kahramanımızın ilk anıları okuması keyifli anılardır. Ancak dediğim gibi daha sonra romanda bir düşüş söz konusu.

Romanın kahramanı dilenciye göre dünya büyük bir miskinler tekkesidir. Peki nedir bu "miskinler tekkesi"? Osmanlı'da bulaşıcı ve tehlikeli bir hastalık oluşundan dolayı toplum tarafından dışlanarak tecrit edilen cüzzamlılar için cüzzamhaneler kurulmuştur. Cüzzamlılar, ağır hareket ettiklerinden dolayı bu hastalık "miskin" hastalığı olarak anılmış, cüzzamhanelere de "miskinler tekkesi" denilmiştir. Miskinler Tekkesi'nde bu hastaların her türlü bakımları yapılır.

Dilencimiz dünyayı bir miskinler tekkesine benzetir, çünkü miskinleri besleyecek yığınla iyi niyetli, merhametli insan vardır. Ona göre hayat bir dilenme sahnesidir. Dedesi Kocabaş Şemseddin, padişahtan dilendikleriyle ailesine bir miras bırakmıştır. Yani dilenmenin tek bir yolu yoktur. Bu yüzden eserin başkarakteri dilenci, dilenciliğin kendisine atadan miras kaldığını düşünmektedir.

Dilencimizin ailesi, devlet kapısından geçinmeyi bir gelenek haline getirmiş aileleri temsil eder. Onların çocukları mesleksiz, işbilmezdir. Çünkü parayı devletten dilenirler. Bizim dilencimiz ise çocuklukta çok iyi oynadığı dilencilik oyununu hayata geçirmiş ve bir meslek (!) sahibi olmuştur. Üstelik, pek çok okul bitiren arkadaşı Talat'tan daha fazla para kazanmaktadır. Bu da romandaki güzel ve acı bir ironidir, aslında.

Romanın başkarakteri roman içinde dilencilik ile ilgili felsefi konuşmalar yapsa da bu konuşmalar romanın içine yedirilememiştir. Belli bir noktadan sonra dilenmenin hayatla ilişkisini değil başkarakterin dramını izlemekteyiz. Bu da romanın başarılı akışını durdurmuştur.


Yorumlar

  1. Gerçekten kitapları çok iyi inceliyorsun emeğine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Görüş ve eleştirileriniz benim için değerlidir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI