MEHMET ÂKİF ERSOY SAMİMİYETİ: SAFAHAT

Şiirindeki gücü samimiyetinden alan bir şair, Mehmet Âkif. Samimiyet dedim, çünkü Safahat'ı okurken Mehmet Âkif'in hissettiği ne varsa hepsini hissediyorsunuz. Çünkü Âkif bir şeyi anlatırken adeta yaşıyor ve size yaşatıyor. 

Bir mümin olarak son derece açık fikirli ve ilim hayranı olan Âkif, şiirine kendi ailesinin fertlerinin de aralarında bulunduğu sokağın, ülkenin, insanlığın bütün meselelerini doldurur.  "Şiir güçlü yazmakta değil yazmaya başlamadan evvel hissetmektedir." diyen Âkif yazarın kendi bilmediği veya tecrübe etmediği durumları anlatmak için bunlar üzerinde düşünmesi ve oluşan hayalin etrafında dolaşmasını tavsiye eder. "Biz edebiyatın vatanı olduğuna iman edenlerdeniz. O sebepten hiçbir milletin vatanını memleketimize mal etmek istemeyiz." diyerek de edebiyatın vatanı olmadığını söyleyen Namık Kemal'den ayrılır. Aynı zamanda Mehmet Âkif Şinasi'den itibaren devam eden "şiirin faydası olması" görüşüne bağlıdır.

İlk şiirlerinden itibaren Tevfik Fikret'in şiirinin tesirinde kalan şairin ilk kitabı Safahat'tır. Bu küçük kitabın arkasına daha sonra çıkan altı  kitabını da ekler. Zengin hayat tecrübesi, halkı yakından tanıması, kendi milletinin insanlarının da çağdaş medeniyetlerden yararlanması isteği onun şiirinin hem konusunu hem de üslubunu tayin eder. Herhangi bir sanat elbisesi giymeden sadece doğruyu söylemek amacını taşıdığını: "Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!" mısralarında dile getirir. Ancak buna rağmen onun şiiri hiç de tesirsiz ve sanattan yoksun değildir. Safahat'ın içindeki kitaplara tek tek bakmakta fayda var:

1) SAFAHAT: Kitabın ilk şiiri Fatih Camii'dir. Şair oraya babasının, kendisini kardeşiyle birlikte götürdüğünü hatırlar. Daha bu ilk şiirden itibaren şair okuyucusunu beraberinde girip çıktığı her yere götüreceğini haber verir. Sosyal meselelerin mağduru zavallı ve çaresizleri ise manzum hikayeler halinde yazmıştır. Küfe, Mahalle Kahvesi, Seyfi Baba, Meyhane, Hasta toplumun çeşitli sahnelerine tutulan aynalar gibidir.

Şair sık sık çalışmak gerektiğini; tembelliğin, oturduğu yerde rızık beklemenin İslamiyet'le bağdaşmadığını belirtir. İnsanların doluştuğu meyhane ve kahvehaneleri hem aile ocağının hem de insanlığın mahvolduğu mekanlar sayar. Bu gibi yerlerin müdavimlerinin eşlerini ve çocuklarını hiç düşünmediklerini, bu yüzden toplumun zararlı unsurları haline geldiklerini belirtir. Onun yüreği çaresiz kadınlar, çocuklar ve yaşlılar için kan ağlar. Cebinde hiç parası olmadığı için hasta ihtiyara yardım edemeyen şair, Seyfi Baba'da şu mükemmel sözlerle feryat eder: "Ya hamiyyetsiz olsaydım ya param olsaydı!"

Bir İslamcı olmasına rağmen dönemin padişahı ve İslamcılığın kuvvetli savunucusu II. Abdülhamit'i yeren şiiri İstibdad da bu kitaptadır.


2) SÜLEYMANİYE KÜRSÜSÜNDE: Şair burada Müslümanların; İslam'ın ve imparatorluğun başkentinde yaşadığı perişanlığı anlatır. Düşüncelerini camide va'z veren Abdürreşid İbrahim'e söyletir. Ona göre Batı'dan moda gibi geçici şeylerin değil halkın hayatını değiştirecek olan temel ihtiyaçların, ilmin alınması gerekir ve Asım'ın nesli bir an önce bu ilme ulaşmaya çağrılmalıdır. (Bu bölüm bana göre Safahat'ın en güzel bölümüdür.)


3) HAKKIN SESLERİ: Âkif bu kitabında ayetleri çevirir ve onların mahiyetine uygun şiirler yazar. Balkan Savaşı'nın etkisi ve Balkanlarda öldürülen insanlar onu büyük bir kedere ve boşluğa iter. İç parçalayan savaş manzaralarını tasvir eden şair ulaşacak birini ararken kendisini çok yalnız hisseder ve milleti uyanışa çağırır.


4) FATİH KÜRSÜSÜNDE:  Bu kitapta da kürsüye çıkmış bir vaiz kurgusu görürüz. Vaiz, kainatta her şeyin çalıştığını belirtir, Her şeyin çalıştığı bu kainatta çalışmayan insan, kainatın dışına atılmış demektir. İlmin öneminden de söz eden şair, Batı'nın bu sayede yere göre hakim olduğunu anlatır.  Müslüman dünyasını Batı'yla kıyaslar ve Batı'yı üstün bulur. Çünkü Müslüman her şeyi Allah'tan beklerken, Batılı daima çalışmaktadır. (Günümüzde de Müslüman dünyasının değişmediği gün gibi ortadadır.)


5) HATIRALAR: Burada ayetlerin açıklamalarını manzum olarak yapan Mehmet Akif'in Uyan, Berlin Hatıraları ve Necid Çöllerinden Medine'ye adlı şiirleri de bu kitapta yer alır. Berlin Hatıraları'nda Akif İstanbul'daki otel, sokak, kahve ile Almanya'da gördüğü örneklerini karşılaştırır. Manzum bir hikayeyi andıran bu şiirde temizlik, düzen, sükunet, insanların birbirinin hakkına tecavüz etmeyen davranışları ilk bakışta Doğu ile Batı'yı ayıran özelliklerdir. Âkif, Batı'nın Doğu hakkındaki sömürgeci düşüncelerinin de ne kadar derin olduğunu, onlar bu konuda çalışırken Doğu'nun uykuda olduğunu acı acı anlatır.


6) ASIM: Yine bir kurgudan oluşan kitapta Mehmet Âkif'i temsil eden Hocazade ile Köse İmam  konuşmaktadır. Hocazade'nin oğlu Asım ise şairin "geleceğin genci" olarak yücelttiği sembol kişidir. Âkif'in geleceğin ilmini öğrenmesi için Asım'ı Almanya'ya göndermesi Fikret'in, oğlu Haluk'u bir parça İskoçya'ya göndermesine benzer. Ancak Asım'ın nesli ile Haluk'un nesli birbirine taban tabana zıttır. Âkif, geleceğin gencinin ilim bilen iyi bir Müslüman olmasını arzularken Fikret bu gencin dini değerleri tamamen reddetmesi taraftarıdır.


Mehmet Âkif ve Tevfik Fikret düşüncelerinden dolayı sürekli kapışsalar da Âkif, Fikret'in şiirine aslında hayrandır ve ondan oldukça etkilenmiştir.

Asım'ın bir başka özelliği Çanakkale Zaferi'ni kazanan nesle mensup olmasıdır. Kitapta yer alan Çanakkale parçası bütünden ayrılarak müstakil olarak hâlâ yaşamaktadır ve Çanakkale Zaferi ile ilgili bu şiiri aşan başka bir örnek yoktur bana göre. Tüyleri diken diken edecek bir şiir:




7) GÖLGELER: Bu kitap şairin Mütareke'den sonra yazdığı şiirlerden oluşur.

Dini açıdan ele alındığında ümmeti bölücü gördüğü Milliyetçilik ve taraftarlarına karşı olan Mehmet Âkif ,Osmanlı Devleti'ni teşkil eden kavimlerin ayrılmaları ve Milli Mücadele'nin başlaması karşısında derhal Anadolu'ya geçmiş ve Türk milletinin içinde yerini almıştır. Milli Mücadele sırasında iyilik, güç telkin eden şiirleri; camilerdeki mücadele ve iyimserlik telkin eden vaazları ile Mehmet Âkif Milli Mücadele döneminin en aktif şahsiyetlerindendir. 25 Mart 1921'de TBMM'de kabul edilen İstiklal Marşı Türk milletinin kuvvet ile yaşadığı duygu ve değerleri dile getirir ve o günlerin tarihi anısını hâlâ yaşatmaktadır.

"Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın!"


(Şiiri seslendiren H. Rıdvan Çongur)


Bir de çok hoş bir belgesel buldum. Kısacık. İzlemenizi öneririm:




Yorumlar

  1. harika olmuş. kullandığın videolar da çok yerinde . takip etmeye devam edeceğim.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Görüş ve eleştirileriniz benim için değerlidir.

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI