II. ABDÜLHAMİT DÖNEMİNDEN SAHNELER: SİNEKLİ BAKKAL


Halide Edip Adıvar'ın Sinekli Bakkal'ı, çok iyi başlayan ama bir şeyler kanıtlamak kaygısının başladığı yerde başarısını yitiren bir roman. Olayların ilk yarıdaki doğal gelişimi, çatışmaların yarattığı gerilim ve dramatik sahneler ikinci yarıda silinip giderken yerini Rabia ile Peregrini arasındaki zorlama ve yapay ilişkinin gelişimine bırakınca roman hızını ve canlılığını kaybediyor.

Romanda Doğu ve Batı'nın birbirini reddeden kavramlar ve değerler topluluğu olmadığı ve bunların belirli noktalarda birleşebileceği esası üzerinde durulur. Genel olarak romandaki olaylar Sinekli Bakkal semti ile Selim Paşa'nın konağında geçer. Birbirinden ayrı ve o zamanlar çok uzak olması gereken iki sosyal tabakayı Rabia birbirine bağlar. Aynı zamanda olayların II. Abdülhamit devrinde geçmesi ve romanda bu devirdeki Jön Türklere yer verilmesi siyasi çatışmaları da yoğunlaştırır.

Dediğim gibi roman çok iyi başlar. Rabia'nın dedesi, annesi ve babasının hikâyesini öğreniriz. Özellikle "Kız Tevfik" karakteri oldukça canlıdır. Onun sürülmesi ve Sinekli Bakkal'a tekrar dönmesi, romanın keyifli kısımlarını oluşturur. Bir diğer keyifli bölüm ise Selim Paşa ile oğlu Hilmi arasındaki siyasi çekişmedir. Selim Paşa, Abdülhamit'in "zulüm âleti", acımasız bir zaptiyedir. Oğlu Hilmi ise Genç Türk hareketine bulaşmıştır. Onların arasındaki bu çatışma, okumaya değer nitelikte.

Hilmi'nin çevresinde toplanan ve Jön Türkler'in fikirlerini benimseyenler eskileri yıkıp ortadan kaldıracak ve yeni devirler kuracaktır. Eskinin kalıntılarını mutlaka ortadan kaldırmak gerekir. Kendilerinin kuracakları devlette zulüm ve acı olmayacaktır. Ancak romanın bir bölümünde Jön Türklerden olan Şevki: "Devletimizin sıhhatini muvazene sinir bozacak her kuvvetin kafasını ezeceğiz!" der. Öyle anlaşılıyor ki yazar, kurulacak yeni devletin de başka amaçlarla da olsa yine baskı ve zulme sapacağını göstermek ister. Nitekim Şevki'nin arkadaşı Galip de bu sözler üzerine "Abdülhamit de başka türlü düşünmüyor monşer." diyerek Şevki'nin kafa yapısının Abdülhamit'inkinden farklı olmadığını belirtir.

İyi giden roman, bir yerden sonra roman kahramanlarından Rabia ve Peregrini'nin aşkına odaklanmakta. Ancak iyi işlenmemiş bu ilişki, bana göre, romanın en zayıf yönü. Yazarın amacı belli: Doğu'yu temsil eden Rabia'yı, Batı'yı temsil eden Peregrini ile evlendirerek bir Doğu-Batı sentezine ulaşmak. Ancak romanın sonlarında Peregrini'yi Müslüman yaparak bu işin kolay tarafını seçiyor. Peki Peregrini din değiştirecek kadar ne zaman sevdi Rabia'yı? Halbuki Rabia'nın çocukluğunu bilecek kadar ondan yaşlı. Peregrini ile Rabia'nın birbirlerini sevmelerini inandırıcı bulduğumuzu söyleyebilir miyiz? Soylu piyaniste Müslümanlığı ve bir mahalle yaşamını kabul ettirebilecek bu tutkuyu romanda gerçekten görebiliyor muyuz? Göremememizin bir nedeni Peregrini'nin iç dünyasının bize kapalı olması. Ona hep dışarıdan ve belli bir mesafeden bakıyoruz. Peki Rabia, kendisinden bir hayli büyük olan Peregrini'yi niçin seviyor? Bu adamda Rabia'nın buldukları nedir? Rabia'nın iç dünyasında da neler olup bittiğini bilmiyoruz. 

Halide Edip şunun farkında; Rabia ve Peregrini'nin evlenmesinin tek yolu, Peregrini'nin Müslüman olması. Bu yüzden en kolay yolu seçiyor. Halbuki bu durum, Peregrini'nin itici görünmesine sebep oluyor. Nasıl ki aşkı için Rabia'nın din değiştirmesini düşünemiyoruz, hoş bulmuyoruz; bence Peregrini'nin de aşk için inanmadığı değerleri benimsemeye çalışması rahatsız edici.

Kısacası güzel başlamış bir roman olmasına rağmen, Sinekli Bakkal, yazarın "çok şey anlatma" kaygısından dolayı aynı güzellikte devam edememiştir. Romanda altını çizdiğim satırlar şunlar:

Halide Edip romanında karakterleri vasıtasıyla Doğu ve Batı'nın sanatlarını karşılaştırır:

"- Bana bak Hilmi, ukalalığı bırak, beni dinle. Sen hani Avrupa musikisi de edebiyatı da hayatı temsil eder, diyordun. Fakat sana sorarım, hayatta orta oyununa çıkar gibi, o kadar kalabalık bir ağızla ilan-ı aşk eden erkek gördün mü? Bilmem, sen hiç ölen adam görmüş müsün? Ben çok gördüm. Fakat hiçbirinin bu kadar uzun ve şamatalı bir nutuk irat ettiğine şahit olmadım. Can çekişen bir adamın kolunu bacağını sallayıp bağırması... Bu hayat ha?

- Garb'ı Garb yapan musikileri... Onlarda hayat var, fen var...

- Bizimkinin ne kusuru var?

- Halkın tembelliği, uyuşturucu kanaati, yüksek sınıfların boş ve düşük bir sefahate dalmaları hep bu bizim inleyen, ağlayan musikimizin tesirinden. Kadınlarımızın kafasızlığı, zilleti..."

Halide Edip, romanında saraylılar ve halk arasındaki uçurumu, iletişim kopukluğunu da gözler önüne serer.

"Efendi için halk; keşfedilmemiş bir dünyayı, hakiki hayat dünyası; Rakım için saray sadece bir masal, fakat harikulade bir masal..."

YARARLANDIĞIM KAYNAKLAR:

Berna Moran - Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış (Cilt 1) 

Ali İhsan Kolcu - Milli Edebiyat 2, Nesir

İnci Enginün - Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı

Abdülkadir Hayber - Halide Edip, Yakup Kadri ve Reşat Nuri'nin Romanlarında Nesil Çatışmaları

ADIVAR, Halide Edib (2007). Sinekli Bakkal. Can Yayınları: İstanbul

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI