ALAFRANGA ZÜPPE TİPİ: ŞIPSEVDİ



"Ah, kırk yıllık Yani, olur mu Kâni ?.. Ah, ah! Zamane başka! Allah rahmet eylesin hanım ninem bunları vaktiyle bize söylerdi. Kıyâmet alâmetlerini hep sayıp dökerdi... Binâ ile zinâ çoğalacak, katırlar doğuracak derdi. Hep dedikleri şimdi olmuyor mu?"


Türkiye'nin Batılılaşma serüveni dönem insanlarını acıklı olduğu kadar gülünç durumlara da itmişti. Yeniliklerin ve değişen hayat anlayışlarının herkese eşit zamanda tesir etmesi elbette mümkün değildi. Dolayısıyla toplumun her tabakasından insanı farklı farklı etkileyen bu süreç, trajikomik haller de ortaya çıkarmıştı. Hüseyin Rahmi Gürpınar, mizahi yönü kuvvetli romanlarıyla bir dönem okuması yapmamıza fırsat sunar. Şıpsevdi romanı da bu romanlardan biridir.


    HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR:


Hüseyin Rahmi, 1864 yılında, İstanbul'da doğdu. Hünkâr yaveri Mehmet Sait Paşa'nın oğlu olan Hüseyin Rahmi; Yakup Ağa Mektebi, Mahmudiye Rüştiyesi ve İdadide okudu. Mekteb-i Mülkiyeye devam ederken ciddi bir hastalık geçiren yazar, buradaki öğrenimini yarıda bıraktı. Kısa bir süre adliye nezareti ceza kaleminde memur, ticaret mahkemesinde âzâ mülazımı olarak çalıştı.

1884 yılında Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başlayan yazar, ardından İkdam ve Sabah gazetelerinde mütercim ve muharrir olarak çalıştı. II. Meşrutiyet Dönemi'nde 37 sayı süren Boşboğaz ile Güllabi adlı bir gazete çıkardı. İbrahim Hilmi Bey'le çıkardığı Himmet gazetesi de uzun ömürlü olmadı. Bundan sonra çalışmalarını İkdam, Söz, Zaman, Vakit, Son Posta, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerine neşretti.

Türkiye Büyük Millet Meclisinde beşinci ve altıncı dönemlerde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuz bir yılını geçirdiği Heybeliada'daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde öldüğünde ardında 70'i roman olmak üzere çeşitli türlerde onlarca eser bıraktı.


    ŞIPSEVDİ:


----------içerik uyarısı----------

"Meftun Beyefendi Paris'ten geldi geleli bir buçuk yıldan beri İstanbul'daki yaşayışını tamamıyla alafrangalığa dökmek istiyor. Bu isteği yoluna maddi, manevi olanca kudretiyle emek harcamaktan geri durmuyor fakat amacının gerçekleşmesinde tamamıyla başarılı olamıyor, kederleniyordu."


On beş yaşındayken babasını kaybeden Meftun. amcası tarafından himaye edilerek Paris'e okumaya gönderilmiştir. Ancak tembel bir öğrenci olan Meftun, amcasının parasıyla Paris'te gezip tozmak, gece hayatına katılıp hovardalık etmekten başka bir şey yapmamıştır. Genç adamın Paris'teki bu mutlu ve hovardaca yaşayışı amcasının ölümüyle birden son bulur. 

Meftun, istemeyerek İstanbul'a döner. Erenköy'de babadan kalma köşke yerleşerek Fransa'da alıştığı ve tiryakisi olduğu alafranga hayatı sürdürmeye çabalar. Bu arada kalabalık ailesinin başta geçim derdi olmak üzere birçok problemleri de sorumsuz gencin omuzlarına çökmüştür. 

Meftun Bey, evdeki herkesi zorla alafranga yaşayışa yöneltmeye; annesinden kız kardeşine, uşaktan evin hizmetçisine kadar onları eğitmeye soyunmuştur.

----------içerik uyarısı----------


Hüseyin Rahmi Gürpınar, her şeyden önce bir mizah yazarıdır. Güldürü ve mizah alanında meddah hikâyelerinden, Karagöz ve orta oyunundan en çok yararlanan romancımızdır. Sade dili ve halkın günlük konuşmasını yansıtmadaki başarısıyla o, Tanpınar'ın deyimiyle "sokağı romana taşıyan ilk yazar"ımız olma özelliğini de taşır.


----------içerik uyarısı----------

"Siz insanları, insanlığı gereği gibi anlayamamışsınız. Bu büyük gerçeğin iç yüzünü öğrenmek için yorulmayanlar derin, acı denemelerle hayatın inceliklerine ulaşamayanlar, kendi cinslerinden bazı iyilikler bekleyenler, ahlak yüceliği gibi bazı kuruntuları varsayanlar yavaş yavaş her zannın saçmalığı, umutların boşluğu ortaya çıkınca üzülürler. Ömür boyu rahatsız yaşarlar. Gerçeği anlamak, boş umutları gönülden silmek... İşte anlayışlılık budur. Bundan ötesi hep bilmezlikten gelmedir, boş bulunmadır, ahmaklıktır."


Meftun Bey alafranga yaşayışını sürdürmek ve evin geçimini sağlamak için çokça paraya ihtiyaç duymaktadır. Buna canı sıkılırken bir gün kız kardeşi Lebibe'nin zengin komşuları Kasım Efendi'nin oğlu Mahir'le bir ilişki yaşadığını öğrenir. Kasım Efendi cahil, son derece alaturka, çok mutaassıp bir adamdır ama çok da zengindir. Meftun kız kardeşini onun oğluyla evlendirdiği takdirde geçim sıkıntısından kurtulacağını umar. Kasım Efendi'nin bir de gelinlik çağında kızı bulunmaktadır. Meftun, bu kızla da kendisi evlenerek zengin komşusuyla büsbütün içli dışlı olmayı kurar. 

Kasım Efendi zenginliği oranında cimridir. Onu bu çifte evlenmeye razı etmek için Meftun Bey, çevreye kendisine piyangodan büyük ikramiye çıktığı söylentisini yayar. Buna inanan Kasım Efendi; kızı Edibe'yi Meftun'a verir, oğlu Mahir'i de Lebibe'yle evlendirir. 

----------içerik uyarısı----------


Berna Moran, Hüseyin Rahmi'nin tüm romanlarının üç ana tema etrafında döndüğünü söyler: Toplumsal adalet, kadın-erkek ilişkileri ve din. Tüm bu temaların üstüne insanın iki büyük zaafı -cinsel tutku ve para- üzerinden bir çatışma kurar. Yazar ayrıca insanın kötücüllüğünü gözler önüne sermekle romanın amacına ulaşabileceği görüşünü savunur. Yaşam bencil insanlar arasında bir savaş olduğu için de aldatma, Hüseyin Rahmi'nin romanlarının en temel eylemidir.

Hüseyin Rahmi, insanın gelecek vaat eden bir varlık olduğunu düşünmez. Ona göre insan; zaafları ve mutlak yıkıcılığıyla var olan, bunları örtbas etmek için birtakım genel geçer ahlaki kurallar üretmiş, yalancı, hileci, desiseci, şehevî bir varlıktır. Yazarın romanlarında mizah tam da bu yüzden artık bir satire, bir kara mizaha dönüşür.


----------içerik uyarısı----------

"Edibe Hanım, tamahkâr bir babanın özel kuramları, garip eğitimi altında yetişmiş acayip bir kızdır. Yeyişi, içişi, giyinişi, kısaca bütün yaşam biçimi İstanbul kızlarından hiçbirine benzemez. İnsanlık bilgisi diye babasının öğrettiği ve ancak onun cimriliğine yarayacak birtakım saçma sapan sözlerden başka bir şey bilmez."


Meftun, sözde tüm planını uygulamış, kızıyla evlenerek Kasım Efendi'nin servetinden yararlanmayı garantilemiştir. Ancak hesaba katmadığı bir şey vardır. Kasım Efendi öyle cimridir ki para koklatmaması yanında bir de kızı ve oğlunun geçimini de tamamen Meftun'un üzerine bırakmıştır. Ayrıca Edibe hiç Meftun'a göre bir kız değildir. Bağnaz, cahil ve alaturkadır. Bu evlilik Edibe'ye ayak uyduramadığı alafranga hayat yüzünden işkence gibi gelmektedir.

Boğazına kadar borca batmış olan Meftun, çareyi Kasım Efendi'den para sızdırmakta bulur. Bunun için kayın biraderi Mahir'i kandırır ve gizlice babasının mührünü, hanlarının birinin senedini, bir miktar da parasını çaldırtır. Mahir'le Meftun hem çaldıkları parayı hem de ipotek ettikleri hanın parasını zevk ve eğlence yerlerinde harcarlar. 

Ahlaksızlığı ilerleten Meftun, Mahir'i bir Fransız dostunun karısıyla tanıştırıp ona âşık olmasını sağlar. Kadına deli gibi tutulan Mahir, şimdi kayın biraderi elinde bir oyuncaktır. Sık sık babasının paralarını çalıp kadına ve Meftun'a iletir. 

----------içerik uyarısı----------


Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Şıpsevdi adlı romanı sahte alafrangalığı yermek için kaleme alınmıştır. 1901 yılında "Alafranga" adıyla tefrika edilmeye başlanan roman, sansürle yarıda kalmış ve ancak 1911 yılında "Şıpsevdi" ismiyle kitaplaştırılmıştır. Romanda körü körüne Batılı olmaya çalışan Meftun karakteriyle körü  körüne Doğulu olan Edibe karakterinin karşıtlığı vurgulanır. Bu iki aşırı tip, gülünçlükleriyle verilir.

Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey ile Rakım Efendi'sindeki Felatun Bey'le birlikte edebiyatımızda bir alafranga züppe tipi başlar. Bu tip hemen arkasından Zehra'da, Şık'ta yavaş yavaş şekillenmiş; Kiralık Konak ve Sodom ve Gomore'de Cumhuriyet'in ilk eserlerine de yansımıştır. Bu dönemlerde edebiyat yoluyla doğruyu anlatmaya çalışan yazarlar, Batılılaşmanın anlaşılamaması üzerine yaşanan zıtlıkları eserlerindeki karakterlerle somutlaştırmak istemişlerdir. 

Türk edebiyatının 19. yüzyıldaki kurumsallaşma hikâyesinin getirisi olarak ortaya çıkan bu alafranga züppe tipi, Cumhuriyet Dönemi edebiyatında önceki dönemlerdeki gibi tipler üzerinden yapılan karşıtlıklarla karşımıza çıkmaz. Karşıtlıklar başka meselelerle üretilir. Sinekli Bakkal'da ya da Fatih-Harbiye'de üretilen karşıtlıkları buna örnek verebiliriz. 


----------içerik uyarısı----------

"Geçinmek için bu dünyanın gidişine uymaktan başka çare yok... Dünya döndü. Şimdi bütün bütüne dönüyor, her şey değişiyor. Yavaş yavaş şehrimiz Avrupa gibi olacak. Her şey ateş pahasına çıkacak... Makarna gibi kömür de paket içinde satılacak; odunlar Ramazan pidesi, kandil çöreği gibi renkli kağıtlara sarılacak. Elma, şeftali türünden meyveler okkayla değil taneyle satılacak."


Kocaları tarafından ihmal edilmekte olan Lebibe ve Edibe, ıstırap içindedirler. Onlar da alafrangalığın bunu gerektirdiğini düşünüp kocalarını aldatmaya başlarlar. Kasım Efendi ise oğlunun ve damadının hırsızlıklarını öğrenmiştir. Derhal kızını Meftun'dan boşatır, oğlunu da evlatlıktan reddeder. 

Sevdiği Fransız kadının ikiyüzlülüğünü öğrenen Mahir, intihar eder. Meftun da bir yolunu bulup Paris'e kaçar. Edibe yeniden baba evindedir ama bir kere kocasından alacağı alafrangalık dersini almıştır ve babasının evine gizli gizli erkek sokmaktadır. Bu son felaketi de öğrenen Kasım Efendi, felç geçirir. 

Olaylardan ucuz kurtulmuş olan Meftun, Paris'te kayın babasının ölümünü beklemektedir. O ölür ölmez İstanbul'a dönüp servetine konmayı düşünmektedir. 

----------içerik uyarısı----------


Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanları eleştirmenlerce töre romanı olarak da isimlendirilmiştir. Şıpsevdi de dahil bütün romanlarında İstanbul gelenek-göreneklerini ve tiplerini büyük bir canlılık ve sıcaklıkla anlatmayı başarmıştır. Olcay Önertoy, Türkiye'nin yarım asırlık bir devrini Hüseyin Rahmi kadar zengin malzeme ve geniş bir görüşle anlatan başka bir yazarın daha olmadığını söyler. 

Roman türü olarak bazı kusurları olsa da Şıpsevdi, yüzyıl öncesinin İstanbul sokaklarında bir gezinti vaat ediyor. Bizeyse romanı okuyup tüm bu yıllar boyunca geçirdiğimiz değişimi hayretle izlemek kalıyor.


Şıpsevdi, bir müzik olsaydı:








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI