SERVET-İ FÜNÛN NESLİ: MAİ VE SİYAH



 "Ah! Bî-çare hırpalanmış, ezilmiş hayat!.. Mai bir gece ile siyah bir gece arasında geçen şu nasipsiz, bahtsız ömür!.. Bir bârân-ı elmas altında oluşarak şimdi bir bârân-ı dürr-i siyahın altında gömülen o emel çiçekleri!.."


Hayaller ve gerçekler... Beden ve ruhtan oluşan insanın hayatının hayal ve gerçeğin çekişmesi içinde geçmesi ne kadar da anlamlıdır. Romanların da insanı yansıtan yönleriyle bu çekişmenin içinde yer alması elbette kaçınılmazdır. Türk edebiyatına adını altın harflerle yazdırmış, en ünlü romancılarımızdan biri olan Halit Ziya, Mai ve Siyah adlı eserinde mavi hayaller ve siyah gerçeklerden bahseder.


    HALİT ZİYA UŞAKLIGİL:


Yazar, 1866 yılında İstanbul'da doğdu. Fatih Rüştiyesinde okurken babasının işleri bozulunca İzmir'e taşındı. Bir Katolik okulunda Fransızcasını geliştirdi. Babasından aldığı okuma aşkı ve Fransız romanların etkisiyle edebiyata ilgisi arttı. 

Henüz öğrenciyken yazdığı ilk yazıları Hazine-i Evrak dergisinde yayımlandı. Memurluk ve öğretmenlik yaparken ilk eserlerini yazıp yayımladı. 1893'te İstanbul'a, reji idaresi memurluğuna geçti. Recaizade aracılığıyla Edebiyat-ı Cedide hareketine katıldı ve Servet-i Fünun'un en önemli temsilcilerinden oldu. 

İlk önemli romanı Mai ve Siyah bu dergide tefrika edildi. Servet-i Fünun kapatılınca bir süre sessiz kaldı. Meşrutiyet'in ilanıyla dergilerde ve gazetelerde yazmaya devam etti. Sultan Reşat devrinde mabeyn başkâtibi ve ayan meclisi üyesi olarak da görev yapan Halit Ziya, Milli Mücadele ve Cumhuriyet'e geçiş dönemlerini uzaktan izlemeyi tercih etti. 

1930'larda yazı hayatına büyük bir canlılıkla döndü. Anı türündeki eserleriyle aktüel bir isim oldu. Tedaviyi reddettiği uzun bir hastalık döneminin ardından 1945 yılında hayata gözlerini yumdu.


    MAİ VE SİYAH:


---------------içerik uyarısı----------

"Ah, neler hissediyorum da tahlil edemiyorum. Bir şey yazmak, o duyguların içinde bir şey çıkarmak istiyorum ama bir kere ne yazmak istediğimi belirleyebilsem. Şurada -beynini gösteriyordu- bir şey var... Bir şey duyuyorum ama rüyalarda tutulamayan şekiller gibi parmaklarımın arasından kaçıyor. Bilir misin nasıl bir şey? Bak şu semaya! Ne görüyorsun? Maviliklerden oluşan bir deniz..."


Ahmet Cemil, avukat olan babasının aldığı Süleymaniye'deki evinde annesi, babası ve kız kardeşi İkbal'le yaşayan bir gençtir. Küçük yaştan itibaren babasının yönlendirmeleriyle edebiyata ilgi duymaktadır. Mekteb-i Mülkiyede okurken onun gibi okumayı seven Hüseyin Nazmi'yle tanışır. Onunla beraber ellerine geçen her kitabı okurlar. Bir süre sonra şiire ilgi duyarlar. Büyük bir tutkuyla o güne kadar yazılmış eserleri okurlar. Divan şiirine yönelirler fakat bu şiirler gönüllerine hitap etmez.

Günün birinde her ikisinde de şiir yazma hevesi uyanır. Kendilerince şiir yazarlar, yazdıkları şiirleri birbirlerine okurlar. Yazdıkları şiirler onlara yetersiz gelmeye başlayınca o güne kadar eski tarzda yazdıkları tüm şiirleri yakarlar. Batı edebiyatına yönelip Goethe, Hugo, Lamartine gibi yazarlardan etkilenirler. Bu arada okul derslerini iyiden iyiye boşlarlar fakat buna pek aldırış etmezler. Onlar için önemli olan edebiyattır.

Ahmet Cemil, yaz tatilinde şiire yeterince vakit ayıracağını hayal ederken babasını kaybeder. Annesi ve kız kardeşini geçindirme sorumluluğu artık ona geçmiştir. 

---------------içerik uyarısı----------


Tanzimat romancıları sanata, halkı eğitmek için bir araç gözüyle bakıyorlardı. Halit Ziya'nın içinde bulunduğu Edebiyat-ı Cedide topluluğunun sanat anlayışı ise toplumdan ziyade bireyseldi. Onlar ülke siyasetine küskün, hayata karşı yorgun insanlardı. İşte Halit Ziya, Mai ve Siyah adlı eserinde bu topluluğu yazmıştır. Tanpınar'ın deyimiyle neslinin kitabını kaleme almıştır. Ahmet Cemil karakteri tek başına tüm bu topluluğu temsil eder. 


---------------içerik uyarısı----------

"Ahmet Cemil, bütün hayatının meşakkatlerini bu eserin yazılma lezzetine karşı unuturdu. O sefalet ve sıkıntıyla dolarak, taşarak geçen kıştan sonra eserinin teselli veren hayat nefesiyle bütün yorgunlukları dinlendi... Bütün o zahmetler, ondan yayılan ümit havasına temas edince yok oldu."


Babası öldüğünde Ahmet Cemil'in okulunu bitirmesine henüz bir yıl vardır. Evin geçimini sağlamak için çalışmak zorunda kalır. Bir süre iş aradıktan sonra Mir'at-ı Şuun gazetesine girer, hikâyeler tercüme eder. Ayrıca özel dersler verir. Ahmet Cemil tüm bu işleri bir arada yürütmekte zorlanmasına rağmen okulunu bitirir, diplomasını alır. Ancak bu sırada şiir okumaya ve yazmaya vakit bulamadığı için üzülmektedir.

Bir sene sonra Ahmet Cemil'in on yedi yaşındaki kız kardeşi İkbal'le matbaanın müdürünün oğlu Vehbi Bey evlenirler. Vehbi Bey, içgüvey olarak gelir. İlk on beş günden sonra Vehbi Bey akşam eğlencelerine gitmeye, eve içkili gelmeye, evde içki içmeye başlamıştır. Evin gündelik masraflarına aldırış etmediği gibi evin hizmetçisine de sarkıntılık etmektedir. 

Ahmet Cemil, tam bir hengame içinde geçen o kış, eserine vakit ayıramaz. Fakat baharın gelmesiyle yeniden şiirler yazmaya başlar.

---------------içerik uyarısı----------


Ahmet Cemil, hayalini kurduğu büyük eserini tamamlamakta gerçek hayatta yaşadığı zorluklar yüzünden güçlük çekmektedir. Gerçekler siyah bir engel olarak ilk kez karşısına babasının ölümüyle çıkar. Mai ve Siyah, adından da anlaşılacağı gibi karşıtlıkların romanıdır. Hayal ve gerçek, imkan ve imkansızlık, eski ve yeni romanda çarpışıp durur.

Roman gün doğarken başlar ve gün batarken biter. Biz roman boyunca maviden siyaha evrilen bir Ahmet Cemil hayatı görürüz. Romanın başındaki Ahmet Cemil'in hayalleri; gerçekleşmeyerek bir karamsarlığa, eleme doğru gider. 

Ahmet Cemil; duygularının esir aldığı, duyguları ve yapmak istedikleriyle hareket eden bir karakterdir. Ancak bütün bunlarda ona eşlik eden sanattır. Sanatın olduğu bir dünyayı hayal etmesi ve isteklerine ulaşmak için hep coşkuyla hareket etmesi onu salt bir romantik olarak değil realist olarak da görmemizi sağlar. Zaten romanın sonunda Ahmet Cemil'in gözündeki sis perdesi kalktığında ve o, gerçekleri görmeye başladığında biz artık bir romantikle değil bir realistle karşı karşıyayızdır.


---------------içerik uyarısı----------

"Aman ya Rabbi! Sevmek bu muydu?.. İnsanı güya bir mengene içinde sıkıp da birisinin ayakları altına ezik, bitik, can çekişerek atmak isteyen bir öldürücü şey, sevmek bu muydu?.."


Ahmet Cemil, yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi'nin kız kardeşi Lamia'ya ilgi duymaya başlar. İlk zamanlar yaşadığı heyecanın adını koyamaz ve buna cesaret edemez. Ancak onunla her karşılaşmasında aşkı gitgide büyür. Artık tüm gün onu düşünüyor, tüm şiirlerini ona yazıyor ama ona açılmaya bir türlü cesaret edemiyordur. 

Bir gece matbaa sahibinin felç geçirdiği haberi gelir. Babasının rahatsızlık geçirmesini fırsat bilen Vehbi Bey, matbaanın yönetimini ele geçirir. Ahmet Cemil'i başyazar yapacaktır. Matbaaya taş makine almak için Ahmet Cemil'i evini ipotek ettirmeye ikna eder. 

Ahmet Cemil sonunda eserini tamamlamayı başarır. Yazar ve şair arkadaşları Hüseyin Nazmi'nin evinde toplanırlar. Lamia da oradadır. Ahmet Cemil büyük bir heyecanla şiirlerini okur. Şiirleri çoğu arkadaşı tarafından beğenilse de Raci gibi birkaç isim onun şiirlerini kıyasıya eleştirir. 

Ahmet Cemil, o gün Lamia'ya duygularını açmayı planlamışsa da bunda başarılı olamaz. 

---------------içerik uyarısı----------


Mai ve Siyah'ın asıl temalarından biri şiirdir. Halit Ziya, karakteri Ahmet Cemil'e eski şiirin yani Divan şiirinin içi boş sözler yığını olduğunu söyletir. Ona göre de dil çok önemlidir fakat bu dil insan duygularının tümüne tercüman olabilen bir dil olmalıdır. Halit Ziya'nın da romanında kullandığı dil, böyle bir dildir: Özenli, süslü ve ağır; ancak aynı zamanda insan psikolojisinin derinine nüfus edebilen, sözdiziminde yarattığı yenilikle devrim yapan bir dil. Fakat Halit Ziya, Cumhuriyet'ten sonra da yaşamış bir yazar olarak Harf İnkılabı'ndan sonra eserlerini bizzat kendisi sadeleştirmiş, o dilin artık uygun olmadığını dile getirmiştir.


---------------içerik uyarısı----------

"Ahmet Cemil işte şu saçlarının arasından üşüterek geçen rüzgârın, kanatlarını çırpa çırpa bu siyahlıkları göklerden denizlere döktüğünü hissediyor; görüyor, onların düşerken çıkardığı hışırtıyı işitiyordu. Kendi kendisine, içinden 'Sanki bir bârân-ı dürr-i siyah!' diyordu..."


Ahmet Cemil, kız kardeşi İkbal'in mutsuzluğuna çok üzülmektedir. Vehbi Bey iyice yoldan çıkmış, başka kadınlarla birlikte olup İkbal'i sürekli aşağılamaktadır. Bir gün hamile olan İkbal'in karnına kuvvetli bir tekme atar. Çocuğunu düşüren İkbal kan kaybından fenalaşır ve bir süre sonra ölür. 

Bu sırada Lamia'ya açılmak için gittiği Hüseyin Nazmi'nin evinde Lamia'nın bir subayla nişanlandığını öğrenir. Hem kız kardeşinin ölümü hem Lamia'nın nişanlanması Ahmet Cemil'i kahreder. Bu üzüntüyle yıllarını verdiği, hayallerini bağladığı eserini sobada yakar. Uzak bir şehre tayinini ister ve annesini de alarak yola çıkar. Karanlık gökyüzünü seyrederek hayallerine veda eder. 

---------------içerik uyarısı----------


Halit Ziya, kendinden önceki, olaya dayanan acemi romanların yerine kahramanların iç dünyalarını mükemmel bir üslupla tahlil eden romanlar yazmıştır. Eserlerinde toplumsal mesaj verme endişesi taşımaz ve romanı insanın iç dünyasına özgü bir tür olarak görür. Tüm eleştirmenlerin ortak kanaatine göre Halit Ziya, Batılı anlamda ilk gerçek romancımızdır.

Mai ve Siyah, Türk edebiyatında zamanının çok ötesinde bir sıçrayış ve Aşk-ı Memnu gibi bir şaheseri müjdeleyen büyük bir adım.  Halit Ziya, Türk romanı için hâlâ kalenin en yüksek burcunda duruyor.


Mai ve Siyah bir müziğe dönüşseydi:











Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

TÜRKÇE YAZILMIŞ İLK ROMAN: TAAŞŞUK-I TALAT VE FİTNAT

BİR İRONİNİN ROMANI: SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ

BİR İDEOLOJİNİN ROMANI: TURFANDA MI YOKSA TURFA MI